cam gibi maverasından ıttıla-ı tam ve melekeyi gösteren fezlekeler mümkün değildir.
Evet, kelâm-ı vâhid iki mütekellimden çıkar ise; birinin cehline ve ötekinin ilmine bazı umur-u mermuze-i gayr-ı mesmua ile delâlet eder.
Ey benim ileHaşiye hayalen seyr ü sefer eden birader-i vicdan! Geniş bir nazar ve muvazene ile, kendi hayalinde muhakeme etmek için sevabik, levâhikden bir meclis-i âliyeyi teşkil ve gelecek on üç kaideler ile müşavere et!..
İşte bir şahıs, çok fünunda mütehassıs ve meleke sahibi olmaz. Hem de bir kelâm iki mütekellimden mütefâvittir, başkalaşır; ve hem de fünun, mürûr-u zaman ile telâhuk-u efkârın neticesidir. Hem de müstakbeldeki bedihî birşey, mâzide nazarî olabilir. Hem de mâziyi müstakbele kıyas etmek bir kıyas-ı hâdi-i müsebbittir. Hem de ehl-i veber ve bâdiyetin besatatı ise, ehl-i meder ve medeniyetin hile ve desaisine mütehammil değildir (Evet hile, medeniyetin perdesi altında tesettür edebilir). Hem de pek çok ulûm, âdât ve ahval ve vukuatın telkinatıyla teşekkül edebilir. Hem de beşerin nur-u nazarı müstakbele nüfuz edemez, müstakbele mahsus olan şeyleri göremez. Hem de beşerin kanunu için bir ömr-ü tabii vardır. Nefs-i beşer gibi o da inkıta eder. Hem de muhit-i zaman ve mekânın nüfusun ahvalinde büyük bir tesiri vardır. Hem de eskide hârikulâde olan şeyler, şimdilik âdi sırasına geçebilir. Mebadi tekemmül etmişler. Hem de