Şimdi gelelim maksada: İşte âsâr ve siyer ve tarih-i hayatı, hattâ a'dânın şehâdetleriyle Zât-ı Peygamberde vücudu muhakkak olan ahlâk-ı âliyenin kesret ve ihata ve tecemmu-u imtizacından tevellüd eden, izzet ve haysiyetten neşet eden şeref ve vakar ve kibr-i nefs ile—melekler, şeytanların ihtilat ve iştiraklarından tenezzühleri gibi—sırr-ı tezada binaen, o ahlâk-ı âliye dahi hile ve kizbden tereffu' ve tenezzüh ve teberri ederler. Hem de hayat ve mayeleri makamında olan sıdk ve hakkıyeti tazammun ettiklerinden, şûle-i cevvâle gibi nübüvveti lemean ediyor.
Hazret-i Âişe demiş: خُلُقُهُ الْقُرْاٰنُ [1]. Kur'ân demiş: وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظِيمٍ [2]
Düşmana da şâmil bir tevatür ve icmâ ile sâbittir ki, bütün ahlâk-ı hamîdenin en ekmeline mâliktir.
Ey birader! Görüyorsun ki; bir adam yalnız şecaatla meşhur olursa, o şöhret, ona verdiği haysiyeti ihlâl etmemek için kolaylıkla yalana tenezzül etmez. Nerede kaldı ki, cemi-i ahlâk-ı âliye birden tecemmu ede. Evet mecmuda bir hüküm bulunur, ferdde bulunmaz.
Netice: Tarih ve siyer ve âsâr nokta-i nazarında dikkat olunursa; Muhammed aleyhisselâm dört yaşından kırk yaşına kadar, lasiyyema hararet-i gariziyenin şiddet-i iltihabı zamanında kemâl-i istikametle ve kemâl-i metanetle ve