Öyle ise, cemi-i enbiyanın cemi-i mu'cizatı Hazret-i Muhammed'in (a.s.m.) bir mu'cizesi hükmündedir. Çünkü medar-ı nübüvvet ve enbiyaya "nebî" dedirttiren esaslar, Hazret-i Ahmed'de (aleyhisselâm) daha ekmel bulunur.
Dünyada nebî varsa, o da nebîdir.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ نِ الَّذِى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِكَ * [1]
Evet, sirâc-ı vehhac, burhan-ı katı' odur.
Öyle ise onu tanımalıyız. Ve o zât ne derece ulvî, parlak olduğunu bunun ile kıyas edilir ki; اَلسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ [2] sırrınca bütün ümmetinin bütün hasenâtının bir misli onun kefe-i hasenâtına ilâve edilmiştir.
Mânevî bir cazibe-i umumîyi andıran hidayet ve irşadından her bir fert ne kadar feyz ve nur almışsa, bir misli o Zât-ı Şerife in'ikas etmiştir.
İşte derece-i kemâlât gayr-i mütenahî, onun ruhundaki istidat ve kabiliyet nihayetsiz, muhit-i enfüsî olan zâtından başka, ümmetinin âfâkından gelen esbâb-ı inkişaf hadsiz olduğundandır ki; Hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) âlem-i imkânda en râsih, en râcih hakikat olduğunu ehl-i keşf ittifak etmişlerdir. Nasıl bazen cüz'î bir tereşşuh, uzak menbadan suyun gelmesine delil ve sakatlık olmadığına şahid olur. Öyle de küçük bir emare, büyük bir hakikati ihsas edebilir. Madem ki hadsiz ehl-i kemâl onun minhâc-ı cedvelinden zülâl-i hayatı içmişlerdir.