Elhâsıl: İkinci burhanımız olan kitab-ı kebir-i kâinattaki nazm ve nizam, intizam ve telifindeki i'câz güneş gibi gösteriyor ki, bir kudret-i gayr-ı mütenahi, bir ilm-i lâyetenâha, bir irâde-i ezeliyenin eserleridir.
S: Nazm ve nizam-ı tâmme neyle sabittir?
Elcevap: Nev-i beşerin havâs ve cevâsisi hükmünde olan fünun-u ekvan, istikrâ-i tâmme ile o nizamı keşfetmişlerdir. Çünkü, her bir nev'e dair bir fen ya teşekkül etmiş veya etmeye kabildir. Her bir fen, külliyet-i kaide hasebiyle, kendi nev'indeki nazm ve intizamı gösteriyor. Zira, her bir fen kavaid-i külliye desatirinden ibarettir. Demek, şahsın nazarı, nizamı ihata etmezse, cevâsis-i fünun vasıtasıyla görür ki, insan-ı ekber, insan-ı asgar gibi muntazamdır. Her birşey, hikmet üzere vaz edilmiştir. Faidesiz, abes yoktur. Şu[1] burhanımız değil yalnız erkânı ve âzâsı, belki bütün hüceyratı, belki bütün zerratı birer lisân-ı zâkir-i tevhid olarak büyük burhanın sadâ-yı bülendine iştirak ederek Lâ ilâhe illâllah diye zikrediyorlar.
ÜÇÜNCÜ BURHAN: Kur'ân-ı Azîmüşşandır. Şu burhan-ı nâtıkın sinesine kulağını yapıştırsan işiteceksin ki, "Allahü Lâ İlâhe İllâ Hû"yu tekrar ediyor. Hem gayet mükemmel semerâtıyla, meyvedar bir ağacın menba-ı hayatı olan cürsûme olmazsa veya kökü bozuk ise, semere vermez. Şu burhanımız dallarında meyve-i hak ve hakikat o kadar çoktur ve o kadar doğrudur ki, şüphe bırakmaz ki, cürsûmesinde olan mesele-i tevhid, hiç vehim bırakmaz derecede