gerektir. Hem madem ki Kur'ân-ı Mürşid bütün tabakat-ı beşere hitap ediyor. Kesretli tabaka ise tabaka-i avamdır. İrşad ister ki, lüzumsuz şeyleri ipham ile icmal etsin; dakik şeyleri temsil ile takrib etsin. Mağlatalara düşürmemek için, nazar-ı zahirîlerinde bedihî olan şeyleri lüzumsuz, belki zararlı bir sûrette tağyir etmesin.
Meselâ güneşe der, "Döner bir siracdır, bir lâmbadır." Zira, güneşten, güneş için ve mahiyeti için bahsetmiyor. Belki bir nev'i intizamın zembereği ve merkezi ve intizam ve nizam ise Sâniin âyine-i marifeti olduğundan bahsediyor.
Evet, وَالشَّمْسُ تَجْرِى [1] der. Yani, "Güneş döner." Bu "döner" tabiriyle, kış ve yazın, gece ve gündüzün deverânındaki muntazam tasarrufât-ı kudreti ihtar ile azamet-i Sânii ifham eder. Bu "dönmek" hakikati ne olursa olsun, maksud olan, mensuc, meşhud intizama tesir etmez.
Hem وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجًا [2] der. Şu tabir ile, bu âlemin bir kasır sûretinde olduğunu, içinde olan eşyanın, insana ve zîhayata ihzar edilmiş müzeyyenat ve mat'ûmat ve levazımat ve güneş dahi musahhar bir mumdar olduğunu ihtar ile rahmet ve ihsan-ı Hâlıkı ifham eder.
Şimdi bak, şu sersem, geveze felsefe ne der? Diyor ki: "Güneş bir kütle-i azîme-i mâyia-i nâriyedir. Ondan fırlamış olan seyyârâtı etrafında döndürür, cesâmeti bu kadardır, mahiyeti böyledir, şöyledir" der. Ruha, muvahhiş bir dehşetten ve bir hayretten başka, bir kemâl-i ilmî vermiyor. Güneşin en mühim olan