ÜÇÜNCÜ REŞHA
Eğer istersen, gel, Asr-ı Saadete, Ceziretü'l-Araba gidelim. Hayalen olsun, o Zâtı vazife başında görüp ziyaret edelim.
İşte, bak: Hüsn-ü sîret ve cemâl-i sûretle mümtaz bir zâtı görüyoruz ki, elinde mu'ciznümâ bir kitap tutmuş, lisânında hakaik-âşinâ bir hitap ile bütün benî Âdeme, belki cin ve ins ve meleğe, belki bütün mevcudata karşı bir hutbe-i ezeliyeyi tebliğ ediyor. Sırr-ı hilkat-i âlemin muammâ-i acibânesini hall ve şerh edip, sırr-ı hikmet-i kâinatın tılsım-ı muğlâkını fetih ve keşfediyor. Bütün mevcudattan sorulan ve bütün ukûlü hayret içinde meşgul eden şu üç müşkül ve müthiş sual-i azime ki, "Necisin? Ne yerden geliyorsun? Ve ne yere gidiyorsun?" suallerine mukni ve makbul cevab-ı savab veriyor.
DÖRDÜNCÜ REŞHA
O burhan-ı nâtık, öyle bir ziya-yı hakikat neşreder ki, âdetâ kâinatın şeklini değiştiriyor. İşte onu dinlemediğin vakit bak: Kâinat, bir matemhane-i umumî hükmünde; mevcudatı birbirine ecnebî, belki düşman; câmidâtı dehşetli cenazeler; bütün zevilhayatı zeval ve firakın sillesiyle ağlayıcı yetimler hükmünde görürsün.
Şimdi o zâtın neşrettiği nur ile bak, o matemhane-i umumî, şevk ve cezbe içinde bir zikirhaneye inkılâp etti. O ecnebî, düşman mevcudat, birer dost, birer kardeş şekline girdi. O câmidât-ı meyyite-i sâmite, birer mûnis memur, birer musahhar hizmetkâr vaziyetini aldı. O ağlayıcı, şekvâ edici, kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir veya vazife paydosundan şâkir sûretini giydi. Ve kâinattaki harekât ve tenevvüât ve tagayyürât, mânâsızlıktan ve abesiyet ve tesadüf