بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * [1]
Ey kardeşlerim,
Sizler biliyorsunuz ki, bizim mesleğimizde benlik, enaniyet, şan ve şeref perdesi altında makam sahibi olmaktan, öldürücü zehir gibi ondan kaçıyoruz. Onu ihsas eden hâlâttan şiddetle ictinap ediyoruz. Elbette, burada, altı yedi sene gözünüzle ve yirmi seneden beri tahkikatınızla anlamışsınız ki, ben şahsıma karşı hürmet ve makam vermek istemiyorum. Sizleri o noktada şiddetle tekdir etmişim. "Bana haddimden fazla mevki vermeyiniz" diye size darılıyorum. Yalnız, Kur'ân-ı Hakîmin bu zamanda bir mu'cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur hesabına ve ben de onun bir şakirdi olmak haysiyetiyle, ona karşı tasdikkârâne teslimi ve irtibatı, şâkirâne kabul ediyorum. İşte bu derece enaniyetten ve benlikten ve şan ve şeref namı altındaki riyakârlıktan kaçmayı düstur-u hareket ittihaz eden adamlara karşı ehl-i hükûmetin, ehl-i idare ve zabıtanın evhama düşmeleri ne kadar mânâsız ve lüzumsuz olduğunu divaneler de anlar.
Said Nursî
ba