بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * [1]
Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim,
Üç gün evvel, aynen nurlu hediyeniz Kastamonu'ya geleceği anda rüyada görüyordum ki, terfi-i makam ve rütbe için bizlere ferman-ı şâhâne mânevî bir cânipten geliyor, kemâl-i hürmetle ellerinde tutup bize getiriyorlar. Biz baktık ki, o ferman-ı âli Kur'ân-ı Azîmüşşân olarak çıktı. O halde bu mânâ kalbe geldi: Demek Kur'ân yüzünden Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsi ve biz şakirtleri, bir terfi ve terakki fermanını âlem-i gayptan alacağız.
Şimdi tâbiri ise, o fermanı temsil eden mâsumların kalemiyle mânevî tefsir-i Kur'ân'ı aldığımızdır. Bu rüyanın şimdiki tâbiri çıkmadan bir iki saat evvel Feyzi ile Emin'in gösterdikleri tâbir dahi haktır ve ehemmiyetlidir.
Hem bu medâr-ı sürur ve ferah olan hediye-i nuraniyeyi bir hiss-i kablelvuku ile benim ruhum tam hissetmiş, akla haber vermemişti ki, o gelmeden iki gün evvel, Feyzi ve Emin'in fıkrasında beyan edilen, rüyayı gördüğüm gecenin gününde, sabahtan akşama kadar ve ikinci günü de kısmen hiç görmediğim bir tarzda bir sevinç, bir sürur hissedip mütemadiyen bir bahaneyle ferahımı izhar edip, otuz kırk defa tebessümle güldüm.
Ben ve hem Feyzi, çok taaccüp ve hayret ettik. Otuz günde bir defa gülmeyenin, bir günde otuz defa gülmesi bizleri hayrette bıraktı. Şimdi anlaşıldı ki, o sürur ve o sevinç mezkûr mânevî fermanı temsil eden mâsumlar ve ümmîlerin kalemlerinin yazıları, nesl-i âtînin sahaif-i hayatlarına, âlem-i İslâmın sahife-i mukadderatına ve ehl-i iman istikbalinin defterlerine neşr-i envar edecek olan ve o mâsumların hâlis ve sâfi amelleri ve hizmetleriyle sahife-i a'mâlimize