بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * [1]
Birinci Mesele: Kardeşlerimizden birisinin namaz tesbihatında tekâsül göstermesine binaen dedim:
Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Muhammediyedir (a.s.m.) ve Velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) bir evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Sonra, bu kelimenin hakikati böyle inkişaf etti:
Nasıl ki, risalete inkılâp eden velâyet-i Ahmediye (a.s.m.) bütün velâyetlerin fevkindedir. Öyle de, o velâyetin tarikatı ve o velâyet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarikatların ve evradların fevkindedir. Bu sır dahi şöyle inkişaf etti:
Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakşiyede bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nuranî bir vaziyet hissediliyor. Kalbi hüşyar bir zât namazdan sonra سُبْحَانَ اللهِ، سُبْحَانَ اللهِ [2] deyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan zât-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâmın müvacehesinde yüz milyon tesbih edenler, tesbih elinde tesbih çektiklerini mânen hisseder. O azamet ve ulviyetle سُبْحَانَ اللهِ، سُبْحَانَ اللهِ، سُبْحَانَ اللهِ der. Sonra o serzâkirin emr-i mânevîsiyle, اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ، اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ [3] dediği vakit, o halka-i zikrin ve o çok geniş bulunan hatme-i Ahmediyenin (aleyhissalâtü vesselâm) dairesinde