gelenleri, birbirine uymayan ibarelerle, o dehşetli ve muhtelif hallerde yazıyordum. O zamanlarda, o gibi yerlerde müracaat edilecek tefsirlerin, kitapların bulunması mümkün olmadığından, yazdıklarım, yalnız sünuhat-ı kalbiyemden ibaret kaldı. Şu sünuhatım eğer tefsirlere muvafık ise, nurun alâ nur; şayet muhalif cihetleri varsa, benim kusurlarıma atfedilebilir.
Evet, tashihe muhtaç yerleri vardır; fakat hatt-ı harpte, büyük bir ihlâs ile, şehidler arasında yazılıp giydirilen o yırtık ibarelerin tebdiline (şehidlerin kan ve elbiselerinin tebdili gibi) cevaz veremedim ve kalbim razı olmadı. Şimdi de razı değildir; çünkü, hakikat-i ihlâs ile baktım tashih yerini bulamadım. Demek, sünuhat-ı Kur'âniye olduğundan i'caz-ı Kur'ânî onu yanlışlardan himaye etmiş.
Maahâzâ, kaleme aldığım şu İşârâtü'l-İ'câz adlı eserimi, hakikî bir tefsir niyetiyle yapmadım. Ancak ulema-i İslâmdaki ehl-i tahkikin takdirlerine mazhar olduğu takdirde, uzak bir istikbalde yapılacak yüksek bir tefsire bir örnek ve bir me'haz olmak üzere, o zamanların insanlarına bir yadigâr maksadıyla yaptım.
ba