vermişler ve sermeşk yazmışlar.
وَلٰكِنْ بَكُوا قَبْلِى فَهَيَّجُوا لِى الْبُكَۤاءَ * وَهَيْهَاتَ ذُو رَحْمٍ يَرُقُّ لِبَكَۤائِى * [1]
Malûmdur: Malûmu ilâm, bahusus müşâhed olursa, abestir. Demek, içinde bir nokta-i garabet lâzımdır—ta onu abesiyetten çıkarsın.
Eğer denilse: "Bakınız, nasıl arz, küreviyetiyle beraber musattaha ve size mehd olmuştur; denizin tasallutundan kurtulmuş." Veyahut "Nasıl şems, istikrarla beraber tanzim-i maişetiniz için cereyan ediyor." Veyahut "Nasıl binler seneyle uzak olan şems, ayn-ı hamiede gurub ediyor." Maânî-i âyât kinayetten sarahate çıkmış oluyor. Evet, şu garabet noktaları, belâğat nükteleridir.
Sekizinci Mesele
İşaret
Ehl-i zahiri hayse-beyse vartalarına atanlardan birisi, belki en birincisi, imkânâtı, vukuâta karıştırmak ve iltibas etmektir. Meselâ diyorlar: "Böyle olsa, kudret-i İlâhiyede mümkündür. Hem ukûlümüzce azametine daha ziyade delâlet eder. Öyleyse bu vaki olmak gerektir."
Heyhat! Ey miskinler! Nerede aklınız kâinata mühendis olmaya liyakat göstermiştir? Bu cüz'î aklınızla hüsn-ü küllîyi ihata edemezsiniz. Evet, bir zira' kadar bir burun altından olsa, yalnız ona dikkat edilse, güzel gören bulunur!
Hem de onları hayrette bırakan tevehhümleridir ki, imkân-ı zâtî, yakîn-i ilmîye