Fakat surete hasr-ı nazar etmemek gerektir. Bu sırra binaendir: Esâlîb-i Arab'ta ukul-u beşere olan tenezzülât-ı İlâhiyye tâbir olunan müraât-ı efham ve mümâşât-ı ezhan, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânda cereyan etti. Ezcümle:
ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ [1] ve يَدُ اللهِ فَوْقَ اَيْدِيهِمْ [2] ve وَجَآءَ رَبُّكَ [3] ve emsâli... Hem de حَتّٰۤى اِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ فِىعَيْنٍ حَمِئَةٍ [4]
ve eşbâhı... Hem de وَالشَّمْسُ تَجْرِى لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا [5] ve nezairi bu üslûba birer mecradır.
ذٰلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ * [6]
Hâtime
Sa'b olan bir kelâmın, ığlak ve işkâli, ya lâfız ve üslûbun perişanlığından neş'et eder—bu kısım Kur'ân-ı Vâzıhü'l-Beyâna yanaşmamıştır. Veyahut mânânın dakik, derin veyahut kıymettar veyahut gayr-ı me'lûf, gayr-ı mebzul olduğundan, güya fehme karşı nazlanmak ve şevki arttırmak için kendini göstermemek ve kıymet ve ehemmiyet vermek ister. Müşkilât-ı Kur'âniyye bu kısımdandır.