evamir-i İlâhiyeye mutîa olan sair envâ ve ecnas, bu perişan ve şekavetçi olan nev-i beşeri kendileri içinde kabul etmeyerek, hukuk-u vücuttan iskat ve zulmethane-i ademe nefy ve vazife-i hilkatten tard etmek, iktiza ve arz-ı hal edeceklerdir. Bu ise, bütün istidadat-ı beşeriyeyi ve âlemde saltanat sürmek ve âhirette saâdet-i ebediyeye mazhar olmak için mücehhez edilen kabiliyâtı ve müyûlâtı abes ve beyhude olmaklığı istilzam eder. Abes ise, istikrâ-i tamme münakız olduğu gibi, Sâni-i Hakîmin hikmetine dahi muârız ve Nebiyy-i Sâdıkın hükmüne de muhaliftir. Evet, istikbal bu dâvâların bir kısmını tasfiye edecektir. Fakat tamam tasfiyesi ise, âhirette görülecektir. Şöyle:
Eşhastan kat-ı nazar, nev'î ve umumî hüsn ve hakkın meydan-ı galebesi istikbaldir. Biz ölsek, milletimiz bâkidir. Kırk sene ile razı değiliz; en ekall bin sene galebeyi isteriz. Lâkin hem şahsî, hem umumî, hem cüz'î, hem küllî olan hüsün, hak ve hayır ve kemâlin meydan-ı galebesi ve mahkeme-i kübrâsı; ve beşeri, sair ihvanı olan kâinat-ı muntazama gibi tanzim ve istidadıyla mütenasip tecziye ve mükâfat veren, yalnız dâr-ı âhirettir. Zira, onda hak ve adalet-i mahzâ tecellî edecektir.
Evet, bu dar dünya, beşerin cevherinde mündemiç olan istidâdât-ı gayr-ı mahduda ve ebed için mahlûk olan müyûlât ve arzularının sümbüllenmesine müsait değildir; beslemek ve terbiye için başka âleme gönderilecektir. İnsanın cevheri büyüktür, mahiyeti âliyedir, cinayeti dahi azîmdir. İntizamı da mühimdir; sair