arayanlar, safsata ederek asıl tevhid-i mahz ve itikad-ı kâmil ve akl-ı selim kabul ettiği akide-i hak ile mücehhez ve seyf-i burhan ile mütekallid olanlarla mübareze ve muharebe ederse, nasıl birden mağlûp ve münhezim oluyor!
Kur'ân'ın üslûb-u hakîmânesine yemin ederim ki: Nasârâyı ve emsalini havalandırarak dalâlet derelerine atan, yalnız aklı azl ve burhanı tard ve ruhbanı taklit etmektir. Hem de İslâmiyeti daima tecellî ve inbisat-ı efkâr nisbetinde hakaiki inkişaf ettiren, yalnız İslâmiyetin hakikat üzerinde olan teessüs ve burhanla takallüdü ve akılla meşvereti ve taht-ı hakikat üstünde bulunması ve ezelden ebede müteselsil olan hikmetin desâtirine mutabakat ve muhâkâtıdır. Acaba görülmüyor: Âyâtın ekser fevatîh ve havâtîminde nev-i beşeri vicdana havale ve aklın istişaresine hamlettiriyor. Diyor: [1] اَفَلاَ يَنْظُرُونَ ve [2] فَنْظُرُوا ve
* اَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ [3] ve اَفَلاَ تَتَذَكَّرُونَ [4] ve تَتَفَكَّرُوا [5] ve مَا يَشْعُرُونَ [6] ve
* يَعْقِلُونَ [7] ve لاَ يَعْقِلُونَ [8] ve يَعْلَمُونَ [9] ve فَاعْتَبِرُوا يَا اُولِى اْلاَبْصَارِ [10]