hükema, cüz'iyatta ilm-i İlâhînin nefyine; ve mecusîler, halk-ı şer başkasının eseri olduğuna itikad ettiler. Güya onlarca Sâni o kadar azametiyle beraber, nasıl şöyle umur-u hasisiye ve cüz'iyeye tenezzül edip iştigal etsin? Yuf onların akıllarına ki, şöyle bir vehm-i bâtılın hükmüne esir oldular. Ey birader, şu vehim itikad tarikiyle olmazsa da, vesvese cihetiyle bazan mü'minlere musallat oluyor.
İşaret
Eğer desen: "Delil-i ihtirâî i'tâ-i vücuddur. İ'tâ-i vücud ise, idam-ı mevcudun refikidir. Halbuki, adem-i sırftan vücudu ve vücud-u mahzdan adem-i sırfı aklımız tasavvur edemiyor." Cevaben derim:
Yahu! Sizin bu istis'âbınız ve şu meselenin tasavvurundaki istiğrabınız, bir kıyas-ı hâdi'in netice-i vahîmesidir. Zira icad ve ibdâ-ı İlâhîyi, abdin san'at ve kisbine kıyas edersiniz. Halbuki abdin elinden bir zerreyi imate veyahut icad etmek gelmez. Belki yalnız umur-u itibariye ve terkibiyede bir san'at ve kisbi vardır. Evet, bu kıyas aldatıcıdır; insan kendini ondan kurtaramıyor.
Elhasıl: İnsan kâinatta mümkinatın öyle bir kuvvet ve kudretini görmemiş ki, icad-ı sırf ve idam-ı mahz etsin. Halbuki, hükm-ü aklîsi de daima üssü'l-esası, müşahedattan neş'et eder. Demek, âsâr-ı İlâhiyeye mümkinat tarafından bakıyor. Halbuki, hayret-efza âsârıyla müspet olan kudret-i Sâniin canibinden temaşa etmek gerektir. Demek, ibâdın ve kâinatın umur-u itibariyeden başka tesiri