Üçüncüsü: Hükemanın mesleğidir.
Üçü de taarruz-u evhamdan masûn değildirler.
Dördüncüsü: Ki belâğat-i Kur'âniyenin ulüvv-ü rütbesini ilân eden ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzuh cihetiyle beşerin umumuna en eşmeli olan mirac-ı Kur'ânîdir. İşte biz dahi bunu ihtiyar ettik. Bu da iki nevidir:
BİRİNCİSİ: Delil-i inayettir ki, menafi-i eşyayı tâdat eden bütün âyât-ı Kur'âniye bu delile imâ ve şu burhanı tanzim ediyorlar. Bu delilin zübdesi, kâinatın nizam-ı ekmelinde riayet-i mesalih ve hikemdir. Bu ise, Sâniin kast ve hikmetini ispat; ve tesadüf vehmini ortadan nefyediyor.
MUKADDEME: Eğer çendan her adam âlemdeki riayet-i mesalih ve intizamda istikrâ-i tâm edemez. Ve ihata edemez. Fakat nev-i beşerdeki telâhuk-u efkâr sayesinde, kâinatın herbir nev'ine mahsus kavaid-i külliye-i muntazamadan ibaret olan bir fen teşekkül etmiş ve etmektedir.
Bununla beraber, bir emirde intizam olmazsa, hüküm külliyetiyle cereyan edemediği için; kaidenin külliyeti, nev'in hüsn-ü intizamına delildir. Demek, cemi' fünun-u ekvan, kaidelerin külliyetlerine binaen, istikrâ-i tâmla nizam-ı ekmeli intaç eden birer burhandırlar. Evet, fünun-u kâinat bitamamiha mevcudatın silsilelerindeki halkalardan asılmış olan mesalih ve semeratı ve inkılâbat-ı ahvalin telâfifinde saklanmış olan hikem ve fevâidi göstermekle Sâniin kast ve hikmetine parmakla şehadet ve işaret ettikleri gibi, şeyâtîn-i evhama karşı birer necm-i sâkıptır.