Tenbih
Bu münasebât-ı nahviye ve sarfiye olan hikmet-i vâzı' ise, felsefe-i beyan derecesinde olmazsa da, pek büyük bir kıymeti vardır. Ezcümle, istikra ile sabit olan ulûm-u nakliyeyi ulûm-u akliyenin suretlerine çeviriyor.
Sekizinci Mesele
Maâni-i beyâniyenin aşılaması ve telkihi ve mânâların becayiş ve inkılâpları, kelimenin mânâ-yı hakikîsi, ya garaz veyahut mânâ-yı muallakadan birisini teşerrüb ve içine cezb etmektir. Zira, içine girdiği vakit, sahibülbeyt olan hakikate ve esasa dönüyor. Ve asıl lâfzın sahibi olan mânâ ise, bir suret-i hayatiyeye dönüyor, ona medet verir. Ve müstetbeattan istimdat eder. Bu sırdandır ki, kelime-i vahidenin maâni-i müteaddidesi oluyor. Ve becayiş ve telkihat bundan çıkar. Bu noktadan gaflet eden, büyük bir belâğatı kaybeder.
İşaret
Bir şey merkep ve binilmişse (*) عَلٰى lâfzına müstahak olduğu gibi, zarf gibi içine aldığından, (*) فِى lâfzını ister. تَجْرِى فِى الْبَحْرِ [1] gibi. Hem de bir şey âlet olduğundan, (*) بَاءْ lâfzını ister. صَعَدْتُ السَّطْحَ بِالسُّلَّمِ [2] gibi. Ve mekân ve merkep olduğundan, فِى ve عَلٰى lâfızları dahi ister. Hem de gaye olduğundan, (*) اِلٰى ve (*) حَتّٰى lâfızlarını ister. İllet ve zarf olduğundan, (*) لاَمْ ve فِى lâfızları dahi ister.
*: bk.Harf/Cer harfleri
"Denizde akıp gider." Bakara Sûresi, 2:164.
Dama merdivenle çıktım.