Tâ ezel sabahında vahdet nağmesini işittin,
Leylâ-yı zaman, Kays ile bir demde görüştün,
Dost ikliminin lâlesinin bağlarına eriştin,
Vahdet-i sâki midadını [1] سَقٰيهُمْ kevserine düşürdün.
Olmasaydın ey Risale-i Nur bize sen armağan;
Câh-ı mâsiva, nefs-i tâğutla bel' ederdi bizi heman.
Dalâletten geçemez, küfür benliğinde kalırdık üryan,
Hamden lillâh, katremizi bahr-i envârına düşürdün.
Sendeki esrâr-ı Hak [2] سَوْفَ تَرٰينِى 'yi söylesem,
Gül vechindeki Lâhut benini şerh ve beyan eylesem.
Nur-u Hudâ, mü'mine hedâ, dalâlete seyf-i hemta mı desem,
Zülfikar ve Asâ-yı Mûsâ ile münkirleri girdaba düşürdün.
Âşina-yı bezm-i Haktır Risale-i Nur talebeleri,
Nur-u Yezdan, feyz-i Kur'ân'dır cümlesinin rehberi.
Bu âciz nâtüvan onların bir hakir kemteri,
Halil İbrahim'e "hâk-i der-i Âl-i Abâ" tam düşürdün.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى [3]
Duanıza çok muhtaç günahkâr kardeşiniz
Hâk-i der-i Âl-i Abâ