onları bilmemelerinin ve görmemelerinin sırrını ve hikmetini beyan etmek niyetiyle başladım. Bir iki sahife yazdım; perde kapandı, geri kaldı.
Bu beş senede, beş-altı defa aynı meseleye müteveccih olup muvaffak olamıyordum. Yalnız o meselenin teferruatından bana ait bir meseleyi beyan etmek ihtar edildi. Şöyle ki:
Hürriyetin bidayetinde, Risaletü'n-Nur'dan çok evvel, kuvvetli bir ümit ve itikatla, ehl-i imanın meyusiyetlerini izale için, "İstikbalde bir ışık var; bir nur görüyorum" diye müjdeler veriyordum. Hattâ, Hürriyetten evvel talebelerime beşaret ederdim. Tarihçe-i Hayat'ımda Abdurrahman'ın yazdığı gibi, Sünuhat misillu risalelerde dahi "Ben bir ışık görüyorum" diye, dehşetli hâdiselere karşı o ümitle dayanıp mukabele ederdim. Ben de herkes gibi o ışığı siyaset âleminde ve hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyede ve çok geniş bir dairede tasavvur ediyordum. Halbuki, hâdisât-ı âlem iki harb-i umumî ile beni o gaybî ihbarda ve beşarette bir derece tekzip edip ümidimi kırdı.
Birden bir ihtar-ı gaybîyle kat'î kanaat verecek bir surette kalbime geldi ki:
"Ciddî bir alâkayla senin eskiden beri tekrar ettiğin 'ışık var, bir nur göreceğiz' diye müjdelerin tevili ve tefsiri ve tâbiri, sizin hakkınızda belki iman cihetiyle, âlem-i İslâm hakkında dahi ehemmiyetli Risaletü'n-Nur'dur. Bu bir ışıktır ki, seni şiddetle alâkadar etmişti. Ve bu nurdur ki, eskide de tahayyül ve tahmininle geniş dairede, belki siyaset âleminde gelecek mes'udâne ve dindarâne hâletlerin ve vaziyetlerin mukaddemesi ve müjdecisi iken, bu muaccel ışığı o müeccel saadet tasavvur ederek eski zamanda siyaset kapısıyla onu arıyordun.
"Evet, otuz-kırk sene evvel bir hiss-i kablelvukuyla hissettik. Fakat nasıl kırmızı bir perdeyle siyah bir yere bakılsa karayı kırmızı görür. Sen dahi doğru gördün, fakat yanlış tatbik ettin. Siyaset cazibesi seni aldattı."
S.N.
ba