Demek ikincisi وَاَحْرُسُهُ فِى كُلِّ فِتْنَةٍ [1] ve bu cümle كُلِّ [2] şedde sayılmazsa bin üç yüz kırk dört eder. Evet, bu tarihten şimdiye kadar çok fitne-i mühimmeden bir himayet-i gaybî ile mahfuz kaldığımı تَحْدِيثًا لِلنِّعْمَةِ [3] ilân ediyorum.
İkinci remiz: مُرِيدِى اِذَا مَا كَانَ شَرْقًا وَمَغْرِبًا * اَغِثْهُ اِذَا مَا سَارَ فِى اَىِّ بَلْدَةٍ [4] fıkrasında bahsettiği ve konuştuğu müridi ise, şarka esareten gittiği tarihi gösterdiği gibi, garba nefyolduğu tarihi de gösterir. Şöyle ki:
Şu fıkranın hakikî tâbiri اِذَا مَا كَانَ مُرِيدِى اَسِيرًا فِى شَرْقٍ [5] oluyor. Demek zaman-ı esaret مَا كَانَ مُرِيدِى اَسِيرًا فِى شَرْقٍ de çıkıyor. Ve bin üç yüz otuz yedi ediyor. İşte bu fakir, o tarih-i Arabîde Rus esaretinde, tek başımla Petroğra'dan bir ay şimal-i şark tarafından firar edip, çok enva-ı mehâlik varken, Rusça bilemediğim halde, bir muhafaza-i gaybiye altında pek çok bilâdı seyr ü seyahat ettim. Tâ Varşova, Avusturya tarikiyle İstanbul'a gelip uzun bir daire-i arzda seyahat ettim. Hazret-i Gavs'ın dediği gibi, o esaret-i şarkiye ve o seyr-i bilâd-ı kesîre içinde izn-i İlâhî ile istigaseme medet görüyordum. Demek izn-i İlâhî ile Hazret-i Gavs, melek gibi bu vazifeyi duasıyla yapmış.
Amma مَا كَانَ... وَمَغْرِبًا [6] kaydı, tarih-i Arabî olarak bin üç yüz elli bir, meşhur Rûmî tarihiyle iki sene fark var. İşte, Hazret-i Gavs'ın dediği gibi, bu