Beşinci satırdan sonra gelen hâtime-i kaside:
وَجَدِّى رَسُولُ اللهِ اَعْنِى مُحَمَّدًا * اَنَا عَبْدُ الْقَادِرِ دَامَ عِزِّى وَرِفْعَتِى * [1]
İşte evvelki beş satırda, beş vecihle ve beş tevafukla şimdi hizmet-i Kur'âniyenin başında bulunanı gösteriyor.
Birinci vecih: Âhirdeki satırda تَعِيشُ سَعِيدًا [2] ismini sarahetle haber vermekle beraber, maişet hususunda izzet ve saadetle geçineceğini haber veriyor. Evet, hocamız, küçüklüğünden beri fakr-i haliyle istiğnâ-yı tam ile beraber maişet hususunda en mes'ud bir zâttır.
İkinci vecih: Aynı satırın başında وَكُنْ قَادِرِىَّ الْوَقْتِ fıkrasıyla o müridine diyor ki: "Vaktin Abdülkadirî'si ol." Bu قَادِرِى kelimatı, hesab-ı ebcedî ile üç yüz yirmi beş eder. Üstadımızın lâkabı "Nursî" olduğu cihetle, Nursî'nin makam-ı ebcedîsi üç yüz yirmi altı ediyor. Bir tek fark var. O tek elif'tir. Bin mânâsında elf'e remzeder. Demek bin üç yüz yirmi beşte Şeyh-i Geylânî'ye mensup bir zât, Şeyh-i Geylânî tarzında hakikat-ı Kur'âniyeyi müdafaa etmeye çalışacak, hakikaten Üstadımız, bin üç yüz yirmi altı senesinde—Hürriyetin ikinci senesi—mücahede-i mâneviyeye atılmıştır.
Üçüncü vecih: Onun iki ismi var: Said, Bediüzzaman. Bu iki ismin mecmuunun makam-ı ebcedîsi "ez-zaman"daki şedde sayılmazsa üç yüz yirmi dokuz ediyor. İki dal bir sayılsa, üç yüz yirmi beş, aynen كُنْ قَادِرِىَّ الْوَقْتِ 'deki muhatap o olmasına işaret ediyor, belki delâlet ediyor. Eğer ez-zaman'daki