deki سُعِدُوا kelimesi فَمِنْهُمْ شَقِىٌّ وَسَعِيدٌ [1] deki سَعِيدٌ kelimesine Kur'ân sahifesinde tam müvâzi ve mukàbil gelmesi, bu tevafuka bir letafet daha katar. Bu âyetin küllî ve çok geniş mânâ-yı kudsîsinin cüz'iyatından Risale-i Nur şakirtleri gibi teselliye çok muhtaç bir cüz'îsi bu asırda bin üç yüz elli iki (1352)'de bulunduğuna tam tamına tevafukla işaret ederek başına parmak basıyor.
Eğer فَفِى الْجَنَّةِ kelimesinde vakfedilmezse ve خَالِدِينَ kelimesiyle raptedilse, o vakit ﻫ ,ت olmaz. Fakat daha lâtif tesellikâr bir tevafuk olur. Çünkü وَاَمَّا الَّذِينَ سُعِدُوا [2] kaide-i nahviyece müptedâdır. فَفِى الْجَنَّةِ خَالِدِينَ [3] onun haberidir. Bu haber ise, makam-ı cifrîsi olan bin üç yüz kırk dokuz (1349) adediyle, bin üç yüz kırk dokuz (1349) tarihinden beşaretle remzen haber verir. Ve o tarihte bulunan Kur'ân hizmetkârlarından bir taifenin ashab-ı Cennet ve ehl-i saadet olduğunu mânâ-yı işârîsiyle ve tevafuk-u cifrî ile ihbar eder ve bu tarihte Risale-i Nur şakirtleri Kur'ân hesabına fevkalâde hizmetleri ve tenevvürleri ve çok mühim risalelerin te'lifleri ve başlarına gelen şimdiki musibetin, düşmanları tarafından ihzarâtı tezahür ettiğinden, elbette bu tarihe müteveccih ve işârî, tesellikâr bir beşaret-i Kur'âniye en evvel onlara baktığını gösterir.
Evet فَفِى الْجَنَّةِ خَالِدِينَ de şeddeli ن , bir ن sayılmak cihetiyle ت dört yüz (400), خ altı yüz (600); bin (1000) eder. İki ن yüz (100); bir ى , iki ف , bir ل iki yüz (200); diğer ل otuz (30), ikinci ى on (10), iki elif( ا ) iki (2), bir ج üç (3), bir د dört (4), kırk dokuz (49) eder ki; yekûnu bin üç yüz kırk dokuz (1349) eder.