"فَنَا شُدْ، هَمْ فَدَا كُنْ، هَمْ عَدَمْ بِينْ ، كِه اَزْ دُنْيَا "بَقَايَه" رَاهْ "فَنَادَنْ
Dünyaperestlik esasatı olan ahlâk-ı seyyieden tecerrüd et, fâni ol. Daire-i mülkünde ve malındaki eşyayı Mahbub-u Hakikî yolunda feda et. Mevcudatın ademnümâ akıbetlerini gör. Çünkü şu dünyadan bekàya giden yol, fenâdan gidiyor.
فِكْرِ فِيزَارْ مِى دَارَدْ، أَنِينِ ﴿ لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ ﴾ مِى زَنَدْ وِجْدَانْ
Esbab içine dalan fikr-i insanî, şu zelzele-i zevâl-i dünyadan hayrette kalıp meyusâne fîzar ediyor. Vücud-u hakikî isteyen vicdan, İbrahimvâri لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ [1] enîniyle mahbubat-ı mecaziyeden ve mevcudat-ı zâileden kat'-ı alâka edip Mevcud-u Hakikîye ve Mahbub-u Sermedîye bağlanıyor.
بِدَانْ اَىْ نَفْسِ نَادَانَمْ ! كِه: دَرْهَرْ فَرْد اَزْ فَانِى دُو رَاهْ هَسْت بَا بَاقِى، دُو سِرِّ جَانْ جَانَانِى
Ey nâdan nefsim! Bil ki, çendan dünya ve mevcudat fânidir; fakat her fâni şeyde, bâkiye îsal eden iki yol bulabilirsin ve can ve canan olan Mahbub-u Lâyezâlin tecellî-i cemâlinden iki lem'ayı, iki sırrı görebilirsin. An şart ki, suret-i fâniyeden ve kendinden geçebilirsen...
كِه دَرْ نَعْمَتْهَا إِنْعَامْ هَسْت وَپَسْ اٰثَارَهَا اَسْمَا بِكِيرْ مَغْزِى، وَمِيزَنْ دَرْ فَنَا اۤنْ قِشْرِ بِى مَعْنَا
Evet, nimet içinde in'âm görünür, Rahmân'ın iltifatı hissedilir. Nimetten in'âma geçsen, Mün'imi bulursun. Hem, her eser-i Samedânî, bir mektup gibi, bir Sâni-i Zülcelâlin esmâsını bildirir. Nakıştan mânâya geçsen, esmâ yoluyla Müsemmâyı