اَوْكَظُلُمَاتٍ فِى بَحْرٍ لُجِّىٍّ [1] in boğucu karanlığını hissederek: "Eyvah! Ne yaptık? Bu dehşetli gemiye neden bindik? Bundan kurtulmak çaresi nedir?" diye o kör felsefenin gözlüğünü kırdı, اَلَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ [2] cereyanına girdi.
Birden, hikmet-i Kur'âniye imdadına geldi, tam hakikatini gösteren bir dürbün aklına verdi, "Şimdi bak" dedi. Baktı, gördü ki: رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ [3] ismi, هُوَ الَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ ذَلُولاً فَامْشُوا فِى مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِهِ [4] burcunda bir güneş gibi tulû etti. Zemini gayet muntazam ve selâmetli bir gemi ve zîhayatları rızıklarıyla beraber içinde doldurmuş, kâinat denizinde çok hikmetler ve menfaatler için seyahatla güneş etrafında gezdirip mevsimlerin mahsulâtını erzak isteyenlere getirir ve "Sevr" ve "Hût" namlarında iki meleği o sefineye kaptan yapılmış, gayet güzel ve muhteşem memleket-i Rabbâniyede Hâlık-ı Zülcelâlin mahlûkat ve misafirlerini keyiflendirmek için gezdiriyor. Ve onunla, اَللهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ [5] hakikatini gösterir, Hâlıkını bu ismin cilvesiyle tanıttırır diye anladı. Bütün ruh u canıyla اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ [6] dedi, اَلَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ taifesine girdi.
O seyyahın, âlemlerdeki seyahatinde gördüğü nümunelerden ikinci nümunesi: O seyyah, küre-i arz gemisinden çıkıp hayvanat ve insanlar âlemine girdi.