vasıta-i seyahatle gezer, geçer. Öyle de, Sultan-ı Ezelîye iman ile intisap eden ve amel-i salih ile itaat eden bir insan, şu misafirhane-i dünya menzillerinden ve âlem-i berzah ve âlem-i mahşer dairelerinden ve hâkezâ kabirden sonraki bütün âlemlerin geniş hudutlarından berk ve burâk sür'atinde geçer, tâ saadet-i ebediyeyi bulur. Ve şu hakikati kat'î ispat eder ve asfiya ve evliyaya gösterir.
Hem de Kur'ân'ın hakikati der ki: Ey mü'min! Sendeki nihayetsiz muhabbet kabiliyetini, çirkin ve noksan ve şerûr ve sana muzır olan nefs-i emmârene verme.[1] Onu mahbub ve onun hevâsını kendine mâbud ittihaz etme.[2] Belki sendeki o nihayetsiz muhabbet kabiliyetini, nihayetsiz bir muhabbete lâyık; hem nihayetsiz sana ihsan edebilen; hem istikbalde seni nihayetsiz mes'ut eden; hem bütün alâkadar olduğun ve onların saadetleriyle mes'ut olduğun bütün zâtları ihsânâtıyla mes'ut eden; hem nihayetsiz kemâlâtı bulunan; ve nihayetsiz derecede kudsî, ulvî, münezzeh, kusursuz, noksansız, zevâlsiz cemâl sahibi olan; ve bütün esmâsı nihayet derecede güzel olan; ve her isminde pek çok envâr-ı hüsün ve cemâl bulunan; ve Cennet bütün güzellikleriyle ve nimetleriyle Onun cemâl-i rahmetini ve rahmet-i cemâlini gösteren; ve sevimli ve sevilen bütün kâinattaki bütün hüsün ve cemâl ve mehâsin ve kemâlât Onun cemâline ve kemâline işaret eden ve delâlet eden ve emare olan bir Zâtı mahbub ve mâbud ittihaz et.
Hem der: Ey insan! Onun esmâ ve sıfâtına ait istidad-ı muhabbetini, sair bekâsız mevcudata verme, faidesiz mahlûkata dağıtma.[3] Çünkü, âsâr ve mahlûkat fânidirler.[4] Fakat o âsârda ve o masnuatta nakışları, cilveleri görünen