mahvolmasını düşünmesi, mânevî bir cehennem gibi ruhunu ve vicdanını yandırıyor.
İşte, aklı başında herbir adam ruhsuz, kalbsiz, akılsız olmamak şartıyla bilecek ki, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın Mirac gecesinde gözüyle gördüğü saadet-i ebediyenin müjdesini ve ehl-i imanın Cennetteki hayat-ı bakiyesinin beşaretini ve insanın alâkadar olduğu sevdiklerinin mahvolmadıklarını ve onların zevallerinden sonra yine görüşmelerinin muhakkak olacağının gayet sürurlu, mânevî hediyesine karşı umum âlem-i İslâm hergün çok defa اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ اَيُّهَا النَّبِىُّ [1] dediği gibi, onun da getirdiği hediye-i mâneviyesiyle, hem kâinat sahifeleri ve tabakaları mektubat-ı Samedaniye olmasına, hem mahlûkatın hakikî kıymetleri ve kemalâtları onun risaletiyle tezahür etmesine mukabil, bütün mahlûkat mânen اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ اَيُّهَا النَّبِىُّ bu mezkûr hakikatin lisanıyla derler.
Ve ümmet mabeyninde şeâir-i İslâmiyeden olan birbirine اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ demeleri sünnet olması, bu büyük hakikatin şuaı olmasındandır.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى [2]
Said Nursî