Bir ulül'emr, makamında olursa ciddiyeti vakardır, mahviyeti zillettir.
Hanesinde bulunsa, mahviyeti tevazu, ciddiyeti kibirdir.
Mütekellim-i vahde olsa eğer bir zâtta, müsamaha hamiyet, fedakârlık bir haslet, bir amel-i salihtir.
Mütekellim-i maalgayr olsa eğer o zâtta, müsamaha hıyânet, fedakârlık bir sıfat, bir amel-i talihtir.
Tertib-i mebâdide tevekkül, tembelliktir. Terettüb-ü netice noktasındaki tefviz, tevekkül-ü şer'îdir.
Semere-i sa'yine, kısmetine rıza ise memduh bir kanaattir, meyl-i sa'ye kuvvettir.
Mevcut mala iktifâ, mergub kanaat değil, belki dûn-himmetliktir. Misaller daha çoktur.
Kur'ân mutlak zikreder sâlihât[1] ve takvâyı.[2] İphamında remz eder makamatın tesiri. Îcâzı bir tafsildir; sükûtu geniş sözdür.
• • •
"El-hakku yâ'lû"[3] Bizzat, Hem Âkıbet Muraddır
Ey arkadaş! Bir zaman bir sâil dedi: "Madem el-hakku ya'lû haktır. Neden kâfir Müslime, kuvvet hakka galiptir?"
Dedim: Dört noktaya bak; bu müşkül de hallolur. Birinci nokta şudur: Her hakkın her vesilesi hak olması lâzım değildir.
Öyle de, her bâtılın her vesilesi bâtıl olması yine lâzım değildir. Neticesi şu çıkar: Hak olan bir vesile, bâtıl vesileye galiptir.