Muhbirleri de koymuş. Şu âlem-i sagirde damarları telefon, âsapları telgraf hükmüne vaz eylemiş. Şâmme telefonu, hem
Telgrafa zâika inâyet memur etmiş o Rezzâk-ı Hakikî, erzak üstüne koymuş rahmetten bir tarife, taam ve levn ve hem
Rayiha. İşte şu havass-ı selâse, o rezzak cânibinden birer ilânnâmesi, birer davetnâmesi, bir izinnâmesi, hem
Bir dellâldır ki, muhtaç ve müşteriler hep onlarla celb olur.
Mürtezik hayvanlara zevk ve rüyet ve şemm, birer âlet vermiş. Hem,
Taamları muhtelif ziynetlerle süsletmiş. Hevâî gönülleri avutup, lâkaytları tehyic ile cezb etmiş. Vaktâ, taam girse, hem
Ağıza, birden bire zâika her tarafa bir telgraf çekiyor bedenin aktârına. Şamme telefon veriyor, gelen taam nev'i, hem
Çeşitleri de söyler. Hâcetleri muhtelif, ayrı ayrı mürtezik, ona göre davranır, ona da hazırlanır. Ya cevab-ı red gelir, hem
Kapı dışarı atar, yüzüne de tükürür. İnâyet tarafından madem buna memurdur. Zevkî baştan çıkarma. Hem,
Telziz ile aldatma. Sonra o da unutur doğru iştiha nedir. Bir iştiha-yı kâzip gelir, başına çatar. Hatası, maraz ile, hem
İlletlerle cezalar gelir. Hakikî lezzet hakikî iştihadan çıkar; doğru iştiha sadık bir ihtiyaçtan. Bu lezzet-i kâfide şah, hem
Gedâ beraber. Hem bâhemdir bir dinar ve bir dirhem o lezzet, berhem-zened. Eleme olur merhem.
• • •
Niyet gibi, tarz-ı nazar dahi âdeti ibadete çevirir
Şu noktaya dikkat et: Nasıl olur niyetle mübah âdât, ibâdât. Öyle tarz-ı nazarla fünun-u ekvan, olur maarif-i İlâhî.