Meziyetin varsa hafâ türâbında kalsın, tâ neşvünemâ bulsun
Ey zîhassa-i meşhure, taayyünle zulmetme. Ger perde-i hafânın altında sen kalırsan, ihvânına verirsin ihsan ve bereketi.
Herbir ihvânın altında sen çıkması, hem de o sen olması imkân ve ihtimali, herbirine celb eder bir nazar-ı hürmeti.
Eğer taayyün edip perde altından çıksan, mükerrem iken altında, üstünde zalim olursun. Güneş iken orada, burada gölge edersin,
İhvânını düşürttürüp hem nazar-ı hürmetten. Demek taayyün ve teşahhus zalim birer emirdir. Sahih doğru böyle ise, hem de böyle görürsün.
Nerede kaldı yalancı tasannu ve riyâ ile kisb-i teşahhus-u şöhret? İşte bir sırr-ı azîm ki hikmet-i İlâhî, hem o nizam-ı ahsen.
Bir ferd-i fevkalâde, kendi nev'i içinde setr ile perde çeker, bununla kıymet verdirir, hem de eder müstahsen.
İşte sana misali: İnsan içinde veli,[1] ömür içinde ecel,[2] olmuş meçhul ve mühmel. Cumada müstetirdir bir saat, kabul olur dua edersen.[3]
Ramazan'da münteşir bir leyle-i zû-kadîr.[4] Esmâü'l-Hüsnâda muzmer iksir-i İsm-i Âzam.[5] Bu misallerin haşmeti, hem de o sırr-ı hasen,
İphamda izhar eder, ihfâda ispat eder. Meselâ, ecelin iphamında bir muvazene vardır; her dakikada tutar ne vaziyet alırsan.
Kefeteyn-i havf ü recâ, hizmet-i ukbâ-dünya tevehhüm-ü bekâî, lezzet-i ömrü verir. Yirmi sene müphem bir ömür olsa ahsen,