Serpilmiş olan niam, rahmetin semerâtı. Her nimetin altında bir yed-i muhsin görür, şükran ile öptürür.
Bunu da inkâr etmem, medeniyette vardır mehâsin-i kesire. Lâkin, onlar değildir ne Nasrâniyet malı, ne Avrupa icadı,
Ne şu asrın san'atı. Belki umum malıdır. Telâhuk-u efkârdan, semâvî şerâyiden, hem hâcât-ı fıtrîden, hususen şer-i Ahmedî,
İslâmî inkılâptan neş'et eden bir maldır. Kimse temellük etmez. Misalîler meclisi, o meclisin reisi tekrar sordu. Hem dedi:
Musibet olur her dem hıyânet neticesi, mükâfatın sebebi. Ey şu asrın adamı! Kader bir sille vurdu, kazaya da çarptırdı.
Hangi ef'âlinizle kazaya, hem kadere şöyle fetvâ verdiniz ki, kazâ-i İlâhî musibetle hükmetti, sizleri hırpaladı?
Hata-yı ekseriyet olur sebep daima musibet-i âmmeye. Dedim:
Beşerin dalâlet-i fikrîsi, Nemrudâne inadı,
Firavunâne gururu şişti şişti zeminde, yetişti semâvâta. Hem de dokundu hassas sırr-ı hilkate.
Semâvâttan indirdi
Tufan, tâun misali, şu harbin zelzelesi, gâvura yapıştırdı semâvî bir silleyi. Demek ki şu musibet bütün beşer musibetiydi.
Nev'en umuma şamil, bir müşterek sebebi, maddiyyunluktan gelen dalâlet-i fikri idi. Hürriyet-i hayvânî, hevânın istibdadı.
Hissemizin sebebi, erkân-ı İslâmîde ihmal ve terkimizdi. Zira Hâlık-ı Teâlâ yirmi dört saatten bir saati istedi.