daha büyük, daha güzel, daha yüksektir demektir. Meselâ, nasıl bir padişahın—fakat velî bir padişahın—ki, umum memurları ve kumandanları sırf bir perde olup, bütün hüküm ve icraat Onun elinde farz ediyoruz. O padişahın tasarrufat ve icraatı iki çeşittir:
Birisi, umumî bir kanunla, zâhirî memurların ve kumandanların suretinde ve makamların kabiliyetine göre verdiği emirler ve gösterdiği icraatlardır.
İkincisi, umumî kanunla değil ve zâhirî memurları da perde yapmayarak, doğrudan doğruya ihsânât-ı şahanesi ve icraatı, daha güzel, daha yüksek denilebilir.
Öyle de, Sultan-ı Ezel ve Ebed olan Hâlık-ı Kâinat, çendan vesait ve esbabı icraatına perde yapmış, haşmet-i rububiyetini göstermiş. Fakat, ibâdının kalbinde hususî bir telefon bırakmış ki, esbabı arkada bırakıp, doğrudan doğruya Ona teveccüh etmek için, ubûdiyet-i hassa ile mükellef edip اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِين [1] deyiniz diye, kâinattan, yüzlerini kendine çevirir.
İşte اَللهُ أَكْبَرُ [2] , اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ [3], اَحْسَنُ الْخَالِقِينَ [4] meânîsi şu mânâya da bakıyor.
Vekilin ikinci şık sualine Beş Remiz ile cevaptır:
BİRİNCİ REMİZ: Sualde diyor ki: "Birşeyin zıddı olmazsa, o şeyin nasıl kemâli olabilir?"
Elcevap: Şu sual sahibi, hakikî kemâli bilmiyor, yalnız nisbî bir kemâl zannediyor. Halbuki, gayra bakan ve gayra nisbeten hasıl olan meziyetler, faziletler, tefevvuklar hakikî değiller; nisbîdirler, zayıftırlar. Eğer gayr nazardan sakıt olsalar, onlar da sukut ederler. Meselâ, sıcaklığın nisbî lezzeti ve fazileti, soğuğun tesiriyledir. Yemeğin nisbî lezzeti, açlık eleminin tesiriyledir. Onlar gitse, bunlar da azalır.