ihsanı onlardan bilir, medih ve senâlarını onlara verir. Kur'ân der ki: "Cenâb-ı Hak daha büyüktür,[1] daha güzel bir Hâlıktır,[2] daha iyi bir Muhsindir.[3] Ona bakınız, Ona teşekkür ediniz."[4]
DÖRDÜNCÜ İŞARET: Muvazene ve tafdil, vaki mevcutlar içinde olduğu gibi, imkânî, hattâ farazî eşyalar içinde dahi olabilir. Nasıl ki, ekser mahiyetlerde müteaddit merâtip bulunur. Öyle de, esmâ-i İlâhiye ve sıfât-ı kudsiyenin mahiyetlerinde de, akıl itibarıyla hadsiz merâtip bulunabilir. Halbuki, Cenâb-ı Hak, o sıfât ve esmânın mümkün ve mutasavver bütün merâtibinin en ekmelinde, en ahsenindedir. Bütün kâinat, kemâlâtıyla bu hakikate şahittir.
لَهُ اْلاَسْمَۤاءُ الْحُسْنٰى [5] bütün esmâsını ahseniyet ile tavsif, şu mânâyı ifade ediyor.
BEŞİNCİ İŞARET: Şu muvazene ve mufadale, Cenâb-ı Hakkın mâsivâya mukabil değil. Belki iki nevi tecelliyat-ı sıfâtı var:
Biri, vâhidiyet sırrıyla ve vesait ve esbab perdesi altında ve bir kanun-u umumî suretinde tasarrufatıdır.
İkincisi, ehadiyet sırrıyla, perdesiz, doğrudan doğruya, hususî bir teveccühle tasarruftur.
İşte, ehadiyet sırrıyla, doğrudan doğruya olan ihsanı ve icadı ve kibriyâsı ise, vesait ve esbabın mezâhiriyle görünen âsâr-ı ihsanından ve icad ve kibriyâsından