Mânâ-yı asliyeleri bir temsil-i dürbinîdir; nasıl olursa olsun, sıdkına ve hakkaniyetine zarar vermez. Hem o hikâyeler birer temsildirler. Yalnız umuma tefhim için, lisan-ı hâl lisan-ı kàl suretinde ve şahs-ı mânevî bir şahs-ı maddî şeklinde gösterilmiştir.
ÜÇÜNCÜ MAKSAT
Umum ehl-i dalâletin vekili, ikinci sualineHaşiye karşı kat'î ve mukni ve mülzim cevabı aldıktan sonra, şöyle üçüncü bir sual ediyor. Diyor ki:
"Kur'ân'da اَحْسَنُ الْخَالِقِينَ [1] ، اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ [2]gibi kelimat, başka hâlıklar, râhimler bulunduğunu iş'ar eder. Hem diyorsunuz ki, 'Hâlık-ı Âlemin nihayetsiz kemâlâtı var; bütün envâ-ı kemâlâtın en nihayet mertebelerini câmidir.' Halbuki, eşyanın kemâlâtı ezdad ile bilinir. Elem olmazsa, lezzet bir kemâl olmaz. Zulmet olmazsa, ziya tahakkuk etmez. Firak olmazsa, visal lezzet vermez, ve hâkezâ..."
Elcevap: Birinci şıkka Beş İşaretle cevap veririz.
BİRİNCİ İŞARET: Kur'ân baştan başa tevhidi ispat ettiği ve gösterdiği için, bir delil-i kat'îdir ki, Kur'ân-ı Hakîmin o nevi kelimeleri sizin fehmettiğiniz gibi değildir. Belki اَحْسَنُ الْخَالِقِين demesi, "Hâlıkıyet mertebelerinin en ahsenindedir" demektir ki, başka hâlık bulunduğuna hiç delâleti yok. Belki, hâlıkıyetin, sair sıfatlar gibi çok meratibi var. اَحْسَنُ الْخَالِقِينَ demek, "merâtib-i hâlıkıyetin en güzel, en müntehâ mertebesinde bir Hâlık-ı Zülcelâldir" demektir.