külliyatın dahi birer şahs-ı mânevîsi vardır ki, birer vazife-i külliyesi görünüyor, onda bir hizmet-i külliye görünüyor. Meselâ, bir çiçek kendince bir nakş-ı san'atı gösterip lisan-ı hâliyle esmâ-i Fâtırı zikrettiği gibi, küre-i arz bahçesi dahi bir çiçek hükmündedir, gayet muntazam küllî vazife-i tesbihiyesi vardır. Nasıl ki bir meyve, bir intizam içinde bir ilânâtı, tesbihatı ifade ediyor. Öyle de, koca bir ağacın heyet-i umumiyesiyle gayet muntazam bir vazife-i fıtriyesi ve ubûdiyeti vardır. Nasıl bir ağaç, yaprak, meyve ve çiçeklerinin kelimâtıyla bir tesbihatı var. Öyle de, koca semâvât denizi dahi, kelimâtı hükmünde olan güneşler, yıldızlar ve aylarıyla Fâtır-ı Zülcelâline tesbihat yapar ve Sâni-i Zülcelâline hamd eder, ve hâkezâ... Mevcudat-ı hariciyenin herbiri, sureten câmid, şuursuzken, gayet hayatkârâne ve şuurdarâne vazifeleri ve tesbihatları vardır. Elbette, nasıl melâikeler bunların âlem-i melekûtta mümessilidirler, tesbihatlarını ifade ederler. Bunlar dahi, âlem-i mülk ve âlem-i şehadette o melâikelerin timsalleri, haneleri, mescidleri hükmündedirler.
Yirmi Dördüncü Sözün Dördüncü Dalında beyan edildiği gibi, şu saray-ı âlemin Sâni-i Zülcelâli, o saray içinde istihdam ettiği dört kısım amelenin birincisi, melâike ve ruhanîlerdir. Madem nebâtat ve cemâdat bilmeyerek ve bir bilenin emrinde gayet mühim, ücretsiz hidemattadırlar. Ve hayvânat, bir ücret-i cüz'iye mukabilinde, bilmeyerek gayet küllî maksatlara hizmet ediyorlar. Ve insan, müeccel ve muaccel iki ücret mukabilinde o Sâni-i Zülcelâlin makàsıdını bilerek tevfik-i hareket etmek ve herşeyde nefislerine de bir hisse çıkarmak ve sair hademelere nezaret etmekle istihdam edilmeleri, bilmüşahede görünüyor. Elbette dördüncü kısım, belki en birinci kısım olan hizmetkârlar, ameleler bulunacaktır.