etmeyerek, meşhudatına itimad ederek yarı yoldan dönen ve bir cemaatin riyasetine geçip bir fırka teşkil eden firak-ı dâllenin bütün imamları, hakaikın tenasübünü, muvazenesini muhafaza edemediğindendir ki, böyle bid'aya, dalâlete düşüp bir cemaat-i beşeriyeyi yanlış yola sevk etmişler. İşte bunların bütün aczleri, âyât-ı Kur'âniyenin i'câzını gösterir.
ba
Hâtime
Kur'ân'ın lemeât-ı i'câzından iki lem'a-i i'câziye On Dokuzuncu Sözün On Dördüncü Reşhasında geçmiştir ki, bir sebeb-i kusur zannedilen tekraratı ve ulûm-u kevniyede icmâli, herbiri birer lem'a-i i'câzın menbaıdır. Hem Kur'ân'da, mu'cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem'a-i i'câz-ı Kur'ân, Yirminci Sözün İkinci Makamında vâzıhan gösterilmiştir. Daha bunlar gibi, sair Sözlerde ve risale-i Arabiyemde çok lemeât-ı i'câziye zikredilip, onlara iktifâen yalnız şunu deriz ki:
Bir mu'cize-i Kur'âniye daha şudur ki: Nasıl bütün mu'cizât-ı enbiya Kur'ân'ın bir nakş-ı i'câzını göstermiştir. Öyle de, Kur'ân, bütün mu'cizâtıyla bir mu'cize-i Ahmediye (a.s.m.) olur ve bütün mu'cizât-ı Ahmediye (a.s.m.) dahi Kur'ân'ın bir mu'cizesidir ki, Kur'ân'ın Cenâb-ı Hakka karşı nisbetini gösterir; ve o nisbetin zuhuruyla herbir kelimesi bir mu'cize olur. Çünkü, o vakit birtek kelime, bir çekirdek gibi, bir şecere-i hakaikı mânen tazammun edebilir. Hem merkez-i kalb gibi, hakikat-i uzmânın bütün âzâsına münasebettar olabilir. Hem bir ilm-i muhite ve nihayetsiz bir iradeye istinad ettiği için, hurufuyla, heyetiyle, vaziyetiyle, mevkiiyle hadsiz eşyaya bakabilir. İşte, şu sırdandır ki,