kıyamet ve haşri gösterir. İşte, كَيْفَ lâfzındaki keyfiyet noktasında şu hakikati gösterdiği gibi, çok sûrelerde tafsille zikreder. Meselâ, Sûre-i قۤ * وَالْقُرْاٰنِ الْمَجِيدِ [1] de öyle parlak ve güzel ve şirin ve yüksek bir beyanla haşri ispat eder ki, baharın gelmesi gibi kat'î bir surette kanaat verir.
İşte, bak: Kâfirlerin, çürümüş kemiklerin dirilmesini inkâr ederek "Bu aciptir, olamaz"[2] demelerine cevaben
اَفَلَمْ يَنْظُرُۤوا اِلَى السَّمَۤاءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا وَمَالَهَا مِنْ فُرُوجٍ * [3]
ilâ âhir, كَذٰلِكَ الْخُرُوجُ [4]'a kadar ferman ediyor. Beyanı su gibi akıyor, yıldızlar gibi parlıyor. Kalbe hurma gibi hem lezzet, hem zevk veriyor, hem rızık oluyor.
Hem makam-ı ispatın en lâtif misallerinden,
يٰسۤ * وَالْقُرْاٰنِ الْحَكِيمِ * اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ * [5] der. Yani,
"Hikmetli Kur'ân'a kasem ederim, sen resullerdensin." Şu kasem işaret eder ki, risaletin hücceti o derece yakinî ve haktır ki, hakkaniyette makam-ı tâzim ve hürmete çıkmış ki onunla kasem ediliyor. İşte şu işaretle der: "Sen resulsün. Çünkü senin elinde Kur'ân var. Kur'ân ise haktır ve Hakkın kelâmıdır. Çünkü içinde hakikî hikmet, üstünde sikke-i i'câz var."
Hem makam-ı ispatın îcazlı ve i'câzlı misallerinden, şu:
قَالَ مَنْ يُحْيِى الْعِظَامَ وَهِىَ رَمِيمٌ * قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِۤى اَنْشَأَهَۤا اَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ * [6]
Yani, "İnsan der: Çürümüş kemikleri kim diriltecek? Sen de: Kim onları bidayeten