hem
وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ: ِلاَنَّهُ لَمْ يُولَدْ * ِلاَنَّهُ لَمْ يَلِدْ * ِلاَنَّهُ صَمَدٌ * ِلاَنَّهُ اَحَدٌ * ِلاَنَّهُ هُوَ اللهُ * [1]
هُوَ اللهُ فَهُوَ اَحَدٌ * فَهُوَ صَمَدٌ * فَاِذًا لَمْ يَلِدْ * فَاِذًا لَمْ يُولَدْ * فَاِذًا لَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ * [2]
Daha sen buna göre kıyas et. Meselâ,
الۤمۤ * ذٰلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ * [3]
Şu dört cümlenin herbirisinin iki mânâsı var. Bir mânâ ile öteki cümlelere delildir; diğer mânâ ile onlara neticedir. On altı münasebet hatlarından bir nakş-ı nazmî-i i'câzî hasıl olur. İşârâtü'l-İ'câz'da öyle bir tarzda beyan edilmiş ki, bir nakş-ı nazmî-i i'câzî teşkil eder. On Üçüncü Sözde beyan edildiği gibi, güya ekser âyât-ı Kur'âniyenin herbirisi, ekser âyâtın herbirisine bakar bir gözü ve nâzır bir yüzü vardır ki, onlara münasebâtın hutut-u mâneviyesini uzatıyor, birer nakş-ı i'câzî nescediyor. İşte, İşârâtü'l-İ'câz baştan aşağıya kadar bu cezalet-i nazmiyeyi şerh etmiştir.
İKİNCİ NOKTA: Mânâsındaki belâğat-i harikadır. On Üçüncü Sözde beyan olunan şu misale bak. Meselâ,
سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ * [4]
âyetindeki belâğat-i mâneviyeyi zevk etmek istersen, kendini nur-u Kur'ân'dan evvel asr-ı cahiliyette, sahrâ-yı bedeviyette farz et ki, herşey zulmet-i cehil ve gaflet