nakş-ı san'atı, bu münfail mistar-ı hikmeti, "tabiat-ı müessire" diyerek masdar ve fail telâkki etmesidir. Eyne's-serâ mine's-süreyyâ? Hakikat nerede, ehl-i gafletin telâkkileri nerede?
ÜÇÜNCÜSÜ: Meselâ, Hamele-i Arş ve yer ve göklerin melâike-i müekkelleri ve sair bir kısım melekler hakkında Muhbir-i Sadıkın tasvir ettiği, meselâ kırk binler başlı, her başında kırk binler lisan ve her lisanda kırk binler tarzda tesbihat ettiklerini[1] ve intizam ve külliyet ve vüs'at-i ubûdiyetlerini ifade eden hakikate çıkmak için şuna dikkat et ki, Zât-ı Zülcelâl,
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ * [2]
اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ … * [3]
اِنَّا عَرَضْنَا اْلاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَالْجِبَالِ * [4]
gibi âyetlerle tasrih ediyor ki, mevcudatın en büyüğü ve küllîsi dahi, kendi külliyetine göre ve azametine münasip bir tarzda tesbihat ettiğini gösteriyor ve öyle de görünüyor.
Evet, bir bahr-i müsebbih olan şu semâvâtın kelimat-ı tesbihiyesi güneşler, aylar, yıldızlar olduğu gibi, bir tayr-ı müsebbih ve hâmid olan şu zeminin dahi elfâz-ı tahmidiyesi hayvanlar, nebatlar ve ağaçlardır. Demek herbir ağacın, herbir yıldızın cüz'î birer tesbihatı olduğu gibi, zeminin de ve zeminin herbir kıt'asının da ve herbir dağ ve derenin de ve ber ve bahrinin de ve göklerin herbir feleğinin de ve herbir burcunun da birer tesbih-i küllîsi vardır.