Hem de boğazımızı pençesiyle sıktığı bir zaman-ı elîmde, pek şemâtetkârâne bir istifham ile dört şey sordu bizden,
Altı yüz kelime istedi. Şemâtetine karşı yüzüne "Tuh!" demek desisesine karşı küsmekle sükût etmek, inkârına karşı da
Tokmak gibi bir cevab-ı müskit vermek lâzımdı. onu muhatap etmem. Bir hakperest adama böyle cevabımız var. O dedi birincide:
"Muhammed (aleyhissalâtü vesselâm) dini nedir?" Dedim: İşte Kur'ân'dır. Erkân-ı sitte-i iman, erkân-ı hamse-i İslâm esas maksad-ı Kur'ân. Der ikincisinde:
"Fikir ve hayata ne vermiş?" Dedim: Fikre tevhid, hayata istikamet.
Buna dair şahidim:
فَاسْتَقِمْ كَمَۤا اُمِرْتَ [1] * قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ * [2]
Der üçüncüsünde: "Mezâhim-i hazıra nasıl tedavi eder?" Derim: Hurmet-i ribâ, hem vücub-u zekâtla. Buna dair şahidim [3] يَمْحَقُ اللهُ الرِّبٰوا da.
وَاَحَلَّ اللهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰوا [4] * وَاَقِيمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ * [5]
Der dördüncüsünde: "İhtilâl-i beşere ne nazarla bakıyor?" Derim: Sa'y asıl, esastır. Servet-i insaniye zalimlerde toplanmaz; saklanmaz ellerinde.
وَاَنْ لَيْسَ لِلاِنْسَانِ اِلاَّ مَا سَعٰى [6]* وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلاَ يُنْفِقُونَهَا فِى سَبِيلِ اللهِ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَلِيمٍ * [7]
ba